Aracısız, soygunsuz, sansürsüz bir erişim için*

*

Öncelikle, beni müşterekler konusunda akademik çalışmalar yapan bir kişi olarak değil, bu konuyu kendi alanına taşımak isteyen biri olarak kabul etmenizi isterim. Burada yapmaya çalışacağım açıklamalar teorik ve felsefî tartışmalardan ve akademik bakış açılarından ziyade şahsî görüşlerimi ve yer yer de insan hakları hukukunun temel ilkelerini yansıtacaktır.

Müşterekler derken sadece doğal kaynaklardan ya da parklardan bahsetmiyoruz elbette. Ben bireysel ya da kamusal kavramının dışında bir tanımla, yeni bir toplum perspektifinden ve paylaşım kültüründen, hatta ekonomisinden bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Müşterekler kavramının gündeme en uygun ifade edilişiyse herhalde “Parkımızın özelleştirilmesini istiyor muyuz, istemiyor muyuz?” cümlesi olmuştur. Şehirdekilerin bir parkı çeşitli amaçlarla kimsenin iznine tâbi olmadan kullanabilmeleri o parkın müşterek bir değer ve aynı zamanda müşterek bir paylaşım kültürünün hem bizatihi aracı hem de sonucu olduğunu gösterir diye düşünüyorum.

Müşterekleşme pratiği

Konunun daha çok dijital haklarla ilgili kısmında paylaşacağımız hususların Gezi sürecinde yaşadıklarımızla birlikte düşünülmesinde büyük fayda olacağını sanıyorum. Öyle ki, müşterek varlıklardan ziyade müşterekleşme pratiğine daha çok atıfta bulunacağımız bir konuşma olması ihtimali yüksektir. Zira parkta haklarımız adına direnmek ya da sokaklarda sivil itaatsizlik kapsamındaki eylemlerimiz internette de o internet alanını ve bize sağladıklarını mekânsal bakımdan bir müşterek olarak nasıl yeni bir dil ve yeni mekânsal ilişkilerle var ettiğimizle ilişkilendirilebilir.

Temel müştereklerimiz olan su, toprak gibi doğal varlıklara ek olarak, ve artık belki de en az onlar kadar önemli, hatta vazgeçilmez hale gelen yeni müştereğimiz durumundaki her türden bilginin açık kaynak olarak herkes tarafından her zaman ulaşılabilirliğinin sağlanmasına ve bu hususun somut hali olarak da internette insan hakları konusuna her geçen gün daha da çok değinmemiz gerektiği kanısındayım. Bu, ne sadece bireysel ne de sadece kolektif bir nokta. İnternetteki kullanım ve paylaşım müştereklerimiz bireysel ile kolektif ikilisinin tam da arasında kalan bir konu.

Temel müştereklerimiz olan doğal varlıkların sınırlı olmasından kaynaklanan bambaşka pratikler ve sorunlar yaşarken, sınırsız kaynağımızın var olduğunu kabul edebileceğimiz dijital verilerin oluşturduğu dünyadaysa tamamen o dünyanın işleyiş sisteminden kaynaklanan müşterek haklarımız ve paylaşımlarımız olduğunu görüyoruz. Ancak, bu açık ve şeffaf işleyişi tersine çevirmek isteyenlerin müştereklerimiz karşısında ciddi tehlikeler yaratmaları nedeniyle hukukî ve teknik bir direniş sürdürüyoruz.

Bugün için bizi dijital açık dünyaya bağlayan en hızlı ve gelişmiş yol olarak kabul edilen internet esasen hiçbir sahibi olmayan ve dolayısıyla herkese ait bir kaynaktır. Kaynak olmanın yanı sıra, yayın ve karşılıklı paylaşım mecrası olması nedeniyle hem üretim hem de tüketim araçlarını içinde barındıran böylesi bir mefhumun klasik mülkiyet ilişkilerinden bağımsız olabileceğini düşünmek bile ciddi bir devrimin kıyısında durduğumuzu hissettiriyor.

Burada, hepimizin kendi uğraşı alanlarından hareketle tanımlamaya çalıştığı tüm müştereklerimiz eşitlik ve dayanışma ilkeleri temel alınarak paylaşılmalı ve kullanılmalıdır. Sömürmeden paylaşmak, paylaştıklarımızın sürdürülebilirliğini gözetmek toprak için geçerli olduğu kadar, “torrent” dosyaları için de geçerli olacaktır elbette.

Bu anlamda, ekonomiye dair klasik anlayışımızı da değiştirmemiz gerekebilir. Bizler artık pazarların sadece tüketicileri değil, dijital müştereklerimiz, yaratımlarımız ve paylaşımlarımızla üreticileri konumundayız da, pazarları yaratıyor ve şekillendiriyoruz. Örneğin, “torrent” dünyasında değiş tokuş edilen dijital dosyalar artık salt kendi değerleriyle değil, bizim için ifade ettikleri kullanım değeriyle birlikte düşünülmekte. Her dosyanın değeri herkes için bir diğerinden farklıdır ve herkes hem üretici hem tüketici olduğundan iç içe geçmiş interaktif bir üretim ve paylaşım ekonomisinden söz edebileceğimiz açıktır.

Müşterekler dediğimizde, sadece ekonomik değeri olan şeylerden söz etmediğimiz de açıktır. Sosyal ve ahlâkî değerler, gelenekler paha biçip fiyatlandıramayacağımız değer biçimlerimizdir. Nasıl atmosfere değer biçilemezse, insan genlerine de değer biçilememelidir. Peki, internetin değeri olabilir mi? İletişimimizin en değerli ögesi olan internetin ekonomik değerini kim ölçebilir? Elbette kimse ölçemez. Bu nedenle, internet de toprak ve su gibi paha biçilemez bir müştereğimizdir. Değeri ise onu kullanım biçimlerimizle oluşmaktadır; bu, nicel olmayan, tamamen niteliksel ve öznel bir değerdir.

Müşterekleri bu nedenle ekonomik ve teknik anlamda olduğu kadar, hukuk bilimi açısından da mefhum olarak tanımlamayı tercih etmeliyiz. Müşterekler yerleşmiş hukuk kurallarını zorlarken, kullanılma biçimleri nedeniyle yeni ve tamamen kendilerine özgü kuralları da ortaya çıkarıyor. Bu kuralların çoğunun uygulanabilmesi içinse devletlere ihtiyacımız yok. Bu da esasen müşterek bir hukuk algısının müjdecisi olabilir.

Yeni bir siber okyanus

Müşterekler kavramının neoliberal politikanın, piyasalaşmanın ya da küreselleşmenin sistemik antikapitalist eleştirisi olarak ele alınmasının ise pek mümkün olmadığı kanısındayım. Bir alternatiften bahsediyoruz, yani antikapitalizmden ziyade kapitalizm mefhumunun dahi olmadığı bir ekonomik ve hukukî durumdan bahsetmeye çalışıyorum. 21. yüzyılla birlikte, klasikleşmiş kapitalizmin ve onun klasikleşmiş eleştirilerinin yerine doğrudan alternatifler koyabiliyoruz. Özellikle internette paylaştıklarımızın ne özel mülk, ne devlet mülkü, herkesin mülkü, hatta hiç kimsenin mülkü olmadığını anladığımızda bambaşka bir okyanusta olduğumuzu fark ediyoruz. Bu okyanusta biraz da yeni politik anlayışlardan bahsetmek isterim. Yeni ve alternatif ekonomi ve hukuk modelleri için yeni bir politika da olmazsa olmaz bir araç.

Sözcüsü olduğum Korsan Parti Türkiye Hareketi’nin temsil ettiği müşterek değerler ışığında, bugün internetin ilk dönemlerdeki özgürlüğünü yeniden sağlamak için çaba harcıyoruz. Özellikle açık kaynak kodlu yazılım / özgür yazılım çalışmalarında gelinen nokta ve özgür yazılımın birçok anlamda telif hakkı isteyen yazılımdan daha başarılı ve sosyal olarak daha paylaşımcı olması da, korsan hareket için önemli bir unsur olageldi. Telif haklarıyla mücadeledeki en büyük kozlardan biri olan özgür yazılımı asla unutmamak gerek. Siber imece usûlü geliştirilen bu programlar telif istemiyor; aksine, başkalarıyla paylaşmanız için cesaretlendiriyor ve hatta kodlarını inceleyip değiştirmeye davet ediyor sizi. Açık bir müşterek olarak özgür yazılım ve onun paylaşımcı, bonkör karakteri bugün dünya üzerindeki bilgisayar kullanıcıları arasında işlevsel ve dostane kabul edilmekle kalmıyor, muhalif tavrıyla karizmatik de bulunuyor.

Açık kaynak kodlu yazılımların esas olarak gönüllüler sayesinde geliştirilmesi, hatta bazen tamamen gönüllüler tarafından yazılmış olması, dolayısıyla, yazılımı ortaya çıkaran, kullanan ve geliştirenlerin aynı kişiler olması korsanların yazılımlar konusundaki tavrı açısından ilham verici kabul edilebilir. Ayrışma yerine, birleşme ve müşterekleri birlikte tespit edip oluşturma süreci söz konusu.

Düşünün bir kaç tık ile “torrent” dosyaları sayesinde, yaşadığınız yerden çok uzakta 1970′lerde kaydedilen bir konseri dinleyebiliyor, devletlerin sansür mekanizmalarına takılmadan binlerce muhteşem kitaba tıkla ulaşabiliyor ve hiçbir satıcıda bulunmayan nefis belgeselleri izleyebiliyorsunuz. Şirketler ve hatta devletler için bu durum elbette kabul edilebilir değil. Onlar biz “torrent” kullanıcılarının fikrî mülkiyet hakları üzerinden haksız birtakım işler çeviren suçlular olduğumuz düşüncesiyle siteleri kapattırdılar, sunucuları bastılar, ihtarnameler gönderdiler, davalar açtılar, hapse attılar, tazminat aldılar ve daha nicesi. Peki, bu film ve müzik şirketlerinden kaçı peygamberlerden herhangi birine telif ödedi ya da halk destanlarından “alıntı” yapan kaç sanatçı telif ödedi?

Bu anlamda, Korsan hareketinin ilkelerini özetleyecek olursak, en başta ifade özgürlüğü, haber alma özgürlüğü, kimlik takibine maruz kalmamak, bilginin özgür ve sınırsız dolaşımı, herkes için internet erişimi, yönetimlerde daha fazla şeffaflık gibi unsurları sayabiliriz. Korsan hareket, ilkeleriyle ilgili olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne referans vermektedir.

Korsan kültür sözlüğü

Korsan kültür başlığı altında değinmeden geçilemeyecek bir diğer önemli konu da, korsanların iletişim dilleri. Her ne kadar “yasaklı” sözcükler olmasa da, “Pirate Dictionary”de (Korsan Sözlük) bir kaçınılması tavsiye edilen sözcükler listesi mevcut. Bunları şöyle sıralayabiliriz: tazminat (korsan tüketimin tazmin edilmesi gereken bir zarara neden olduğu algısından dolayı), tüketici (bir bilginin paylaşımının onu tüketmek anlamına gelmediği düşüncesinden dolayı), yaratıcı (dinî çağrışımları nedeniyle bilgiyi ortaya çıkaran kişiye “eşsiz varlık” sıfatı kazandırabileceği ve yine bilgiyi ortaya çıkarmaya ekstra anlamlar yüklemesi nedeniyle), dijital ürün (bilginin bir ürün olmadığı düşüncesinden yola çıkarak), dijital haklar yönetimi (bilginin “yönetilecek” bir unsur olmaması nedeniyle), entelektüel mülkiyet (bilginin bir mülkiyet olarak tanımlanamayacağı düşüncesi nedeniyle), koruma (yönetimlerin korumaktan kastının genellikle davalar/ yasalar yoluyla tazminat kararı alması nedeniyle), yazılım endüstrisi ve hırsızlık.

Bunun yanında, Korsan Sözlük’te kullanılması teşvik edilen kavramlar ise şunlar: telif kanunu, telif tekeli, toplumları bir araya getirmek, özgür yazılım, bilgi, açık erişim, farmasötik tekel, kısıtlama, şeffaflık, sanal mülkiyet. Korsanların yaşam alışkanlıkları konusunda özellikle belirtilmesi gereken bir diğer unsur ise, Pirate Parties International Ağı (Korsan Partiler Uluslararası Ağı) dışında yerel dillerden neredeyse hiç vazgeçilmemesi. Birçok Korsan partinin internet sitesinde yerel diller dışında bir dile rastlamak güçtür. Bu da yerel müştereklerimizin bizim için ifade ettiği değerlerin içselleştirilmesi olarak görülebilir.

Korsan partiler evrensel sorunlara yerel çözümler ararken, bir yandan da ilkesel bir birlikteliği ulusal çerçevede de başarıyla sürdürebiliyorlar. İnternet kullanımının ve kullanıcılarının her geçen gün daha da çok sorunla karşılaştığını ve hak ihlâline maruz kaldığını düşünürsek, Korsan partiler önümüzdeki yıllarda da etkinliklerini arttırarak sürdürecek gibi görünüyor.

Korsan fikre verilen teorik ve pratik destekler akademide olduğu kadar sanat dünyasında da ciddi oranda artış gösteriyor. Örneğin, Radiohead’in “Rainbow” albümünü isteyenlerin internet üzerinden istedikleri miktarda para ödeyerek ya da hiç ödemeyerek edinmeleri yeni ekonomik sistemin arayışlarından yalnızca biriydi ve hem paylaşım anlamında hem ekonomik anlamda çok başarılı oldu. Bedava indirebilme seçeneğine rağmen, dinleyiciler bu albüme ortalama sekiz dolar kadar ücret ödemeyi tercih ettiler.

Türkiye’de de “CopyLeft” konseptine sahip çıkan ve çok sevdiğimiz altıkırkbeş yayınevinin örneğin “Sitüasyonist Manifesto” kitabının arka kapağında, “Bu kitabı satın alamıyor ya da almak istemiyorsanız http://altikirkbescopyleft.blogspot.com/ linkinden ücretsiz indirebilirsiniz” ibaresi yer alıyordu. Buna rağmen, yayınevi tarafından bu kitabın satışının aynı yayınevinin diğer kitaplarının satış rakamlarının altında kalmadığı açıklandı. Dolayısıyla, daha önce de belirttiğim gibi, malın ekonomik değerini dahi o mala belli bir değer verenlerin maldan bekledikleri kullanıma göre belirledikleri bir sistem gelişmiş oldu. Bu yeni bir ekonomi değildir de nedir? Bu yeni yaşama biçiminin kendi hukukunun olmaması düşünülebilir mi?

Telif hakkı kıskacı

Korsan hareketin doğuş noktası olan “ThePirateBay” sitesi süren davaları sırasında, birçok ülkede en çok satanlar listesine giren ve kitapları internette izinsiz en çok paylaşılan yazarların başında gelen Paulo Coelho’nun desteğini dahi aldı. Çünkü kâr odakları eskiden pahalı olan ve herkesin sahip olup kullanamayacağı matbaa ya da Cd baskı gibi teknolojilerin evlere girmiş olmasından elbette epey rahatsız ve devletler üzerinde uyguladıkları baskıyla telif hakları konusundaki merceği kendi üzerlerinden kaldırarak bizlere çevirmeyi başardılar. Telif hakları başlangıçta, yazarların çıkarlarını korumak için yayıncılar üzerinde bir yükümlülük iken, bugün yayıncıların çıkarlarını korumak için kamu olarak bizim üzerimizde yeni bir baskı ve çitleme, mülksüzleştirme aracına dönüşmüş durumda.

Yeni çıkan kanunların topluma ait müşterekler üzerindeki telif hakları baskısını azaltması gerekirken daha da artırması, yayıncıların bilginin tüm kullanımının kontrollerinde kalmasını istemelerinin açık ve net bir sonucudur. Onların kendi adlarına talep ettikleri ürünleri bize her zaman için parayla satmalarının temin edilmesi. Ve bunun da yetmemesi: Bizim ürünleri satın aldıktan sonra, kayıt altına alınmadan kopyalayabildiğimiz, ödünç verebildiğimiz, ikinci el olarak satıp alabildiğimiz, para vermeden kütüphaneden ödünç alabildiğimiz bir sistemin yerine, “elektronik” olarak bizi takip edebildikleri ve üreticilerin ya da kullanıcıların değil de aslen ikisini de yapmayan aracıların ve yayıncıların haklarını sağlamlaştıracak yeni bir sistem oluşturma çabasındalar. Bu kıskacı hisseden yazarlar ve müzisyenlerse eski haklarını geri istediklerini ifade ederek buna “dur” demeye ve aracısız şekilde topluma ulaşmaya çalışmaya başladı.

Ne istiyoruz?

Bizler Korsanlar olarak aracılara karşıyız. Korsanların arasında da çok sayıda yazar, grafik tasarımcı, sinemacı, sanatçı, üretici var ve biz “copyright”a yani kopyalama hakkına tekel konulmasına karşıyız. Telif ile copyright, çoğu zaman belli odaklar tarafından karıştırılmasına bilerek göz yumulsa ve belki çanak tutulsa da, aslında aynı şey değildir.  Bizler değişik lisans türlerini destekleyen ve Creative Commons veya GPL (General Public License - Genel Kamu Lisansı) gibi müşterekler felsefesine daha yatkın, yaratıcı ve paylaşımcı lisans türlerini eserlerimiz için de kullanan insanlarız. Bu tür lisanslar sayesinde bilginin tek bir kişi ya da grubun malı olmasının önüne geçilmekte ve tam aksine, bilgi herkesin ortak kullanımına açılabilmektedir. Gerçek ekonomiye ve yaratıcılığa zarar veren esas nokta telif hakları anlayışının ve uygulamasının bizatihi kendisidir. Bizlerin yaptığı şekildeki yaratıcı paylaşımlar ise aksine endüstriyi geliştirmekte ve her anlamda beslemektedir.

Örneğin, bizdeki MÜ-YAP’a (Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği) benzer bir kurum dünyada BSA (Business Software Alliance) adıyla bilgisayar programları için söz konusudur. Bu kurum her yıl “dünya korsanlık analizi” yayınlar ve bu listeyle dünyada hangi ülkelerde ne kadar kopya yazılım kullanıldığını ve bunun da o ülke ve toplamda dünya ekonomisine ne kadar zarar verdiğini açıklar. Öyle ki, bu özel kurumun raporlarına akademisyenlerimizin ve devletimizin dahi referans verdiğini acıyarak görebilmekteyiz. Böyle söylüyorum, çünkü bu kurumun yayınladığı raporlarda kaynak olarak gösterdikleri hususları incelediğinizde, ileri sürdükleri rakamların ve zarar oranlarının nasıl hesaplandığına dair bir bilgi edinemezsiniz. Söz konusu endeks, ülkelerin gayri safî millî hasılaları, insanların nasıl para kazandığı, ne kadar para kazandığı gibi verilere göre de belirlenmemektedir ki, bu apayrı bir boyutudur bu konunun. Yani, müştereklerimizi geri almadıkça, o çitlerin arkasında kaldıkça, kapitalizmin bizi mülksüzleştireceği kültür endüstri açısından da acı bir gerçek olarak ortada duruyor.

Bugün artık herhalde internetten müzik, kitap, film ya da program indirmemiş herhangi bir kimse kalmamıştır. Kabul etsek de etmesek de ya da bazılarımız beğenmese de bu artık yaşama biçimimiz haline gelmiş durumda ve elbette hukuk da yaşama şeklimiz çerçevesinde biçimlenmek ve dönüşerek değişmek zorunda. Hukuk, şirketlerin çitleme politikaları çerçevesinde tahakküm imparatorlukları adına kıskaç olmamalıdır. Hakkında tartışma yürüttüğümüz sanat eserleri ve diğer fikrî ürünler birer özel mülk müdür, yoksa toplumun bütün bir tarih içerisinde ortaklaşa oluşturduğu bir müşterek midir? İşte bu soruyu cevaplamak gerekmektedir. İnternet, doğası gereği, kendimize bu soruyu her saniye sormamıza neden olmaktadır.

Geldiğimiz dönemde, artık internet asla sadece bir araç değil, yaşamımızın bizatihi kendisi haline gelmiştir. Biz bizatihi orada yaşayanlar olarak, sanal dünya kavramını kabul etmiyoruz. Biz birlikte üretip paylaştığımız interneti de “meshnet”lerle tekrar inşa edebileceğimizi düşünen insanlar olarak sizleri en azından bir şarkının, kitabın veya filmin hepimizin müştereğine geçebilmesi için eseri üreten kişinin ölümünün üzerinden 70 yıl geçmesi gerektiği yönündeki hukuk kuralının hakkaniyeti üzerinde düşünmeye davet ediyoruz. Bir eserin tekrar geldiği yere, yani halka, topluma, bize, yani müştereğe geri dönebilmesi için ortalama 100-120 yıl gerekiyor. Bunun çok acımasız olduğunu düşünüyoruz. Bir şarkının onu yazan insanın ölümünden üç-dört kuşak sonra halka ait olabilmesi bize inanılmaz geliyor. O yüzden bu sürenin kısaltılması gerektiği bizlerin en öncelikli düşüncelerimizden biridir.

Korsan partilerin yükselişi

2014 itibarıyla, dünyadaki pek çok ülkede resmî olarak kurulmuş Korsan partiler ve henüz resmî olarak kurulu bir parti çerçevesinde olmasa da aynı isim altında birlikte hareket eden Korsanlar var. İlke ve hedefler aynı: Sansürlenmeyeceğimiz, izlenmeyeceğimiz ve GB’lar (Gigabyte) dolusu bilgiye sınırlanmadan ve telif hakkı soygununa takılmadan ulaşabileceğimiz bir dünya istiyoruz. En basit anlatımıyla, bunları temel birer hak olarak görüyoruz. Almanya’da yüzlerce Korsan çeşitli düzeylerde temsil ediliyor bugün. Katalan Korsanlar mecliste iki sandalye çıkarmayı başardı. İsveçli ve Almanyalı korsanlar ise Avrupa Parlamentosu’nda sandalye çıkardılar. Çek Cumhuriyeti’nde, İzlanda’da, pek çok Avrupa ülkesinde meclislere girildi, belediye başkanları dahi çıkarıldı.

Bu başarının sebebiyse insanların artık telif hakları adı altında tehdit edilmek ve yargılanmak istememesi, sansürsüz internet talepleri, kişisel verilerinin izinsiz olarak alınıp işlenmesine ve her türlü bilginin tekelleştirilmesine karşı çıkışları olarak gösterilebilir. Bu anlamda, kadın hakları, LGBTİ hakları, hayvan hakları, azınlık hakları ya da çevre hakları gibi müşterek meseleler için mücadele edebilmemizin yanında, dijital müştereklerimize bakacak olursak, ekolojik müşterekleri neredeyse doğalcı ve ahlakî bir şekilde tanımlayıp savunabildiğimizi, fakat dijital müştereklerimizin politik bir mesele olarak savunulmasının diğerlerine oranla o kadar da kolay olmadığını ve belki de bu anlamda bir ideolojik boşluğun söz konusu olduğunu ifade edebiliriz. Bu boşluğu dolduracak olanlar da elbette Korsan Parti ve bilgi özgürlüğü savaşçılarından oluşan benzeri topluluklar olacaktır.

Korsan Parti Türkiye Hareketi tüm ideolojik kamplaşmaların dışında olan ve bu tavrını korumaya kararlı çevrimiçi ve çevrimdışı alanda haklarının ihlal edildiğini düşünen, haklarının sınırlarının genişletilmesini isteyen, sansür, patent ve telif hakları gibi kavramlar nedeniyle bilgiye erişimi ve bilgiyi paylaşımı kısıtlanan tüm insanlar için bir söz hakkı yaratma amacıyla çabalıyor. Bu çabayı anlamlı kılabilecek tek şey internet kullanıcılarının Korsan Parti’ye ya da aynı yolda yürüyen diğer gruplara ciddi bir katılım ve destek göstermesidir. Çağrımız Edison’un değil, Tesla’nın tarafında olmanızdır. Çare Tesla! Çünkü bilgi özgür olmak istiyor.

* Bu makale, konuşmacının konferansta yaptığı sunum değil daha sonradan kaleme aldığı metindir.